İhsan Tarakçı

Cahiller Piramidi

İhsan Tarakçı

Mesleki yaşamlarına Elazığspor’da profesyonel futbolculukla başlamış, bu süreçte birçok üst klasman takımlarında şehrimizi başarıyla temsil etmiş, futbolculuk kariyerlerini noktaladıktan sonra ticarette, bürokraside ve sportif alanda yaşamlarına devam ederek bu alanlarda yüzlerce insana istihdam sağlamış, futbolcu yetiştirmiş ve yaşamsal tecrübelerini aktarmış dostlarla birkaç gün önce şehrimizin şirin ilçesi Sivrice’de bir araya gelmiştik.

Konuştuklarımız futbol merkezli olsa da her gün yaşadığımız ya da tanık olduğumuz konulardı. İnsan ilişkilerinin olduğu her yerde, her platformda siyasette, sanatta, sporda, dernekte, medyada o işe layık olmayan, yeteneksiz ya da bilgisiz, liyakatsiz kişilerin yöneten konumuna geçmiş olmalarından, bu nedenle hızla yozlaşan toplumdan, toplum değerlerinden bahsediliyordu. Televizyonlarda adını duymadığımız ya da değeri tartışılabilir tiplerin baş tacı edildiği, bilgisizlikleri ve seviyesizlikleriyle toplumu olumsuz etkiledikleri dile getiriliyordu. Vasıfsız insanların ister tutkularının ister egolarının isterse komplekslerinin dürtüsüyle herhangi bir derneğin yönetimine girmek ya da başkan olmak için kıyasıya ve fütursuzca nasıl mücadele ettiklerini, kendilerinin bu konularda yetkin olup olmadığını düşünmeden bir sıfat ve mevki kapmak adına nasıl çabaladıkları dile getiriliyordu.

Haklıydılar…

Konuşulanları sükunetle dinlerken bir yandan da düşünüyordum. Yaşamsal tecrübeme dayanarak “Ehil olmayanları neden köşe başlarında görüyoruz?” Sorusuna cevap arıyordum.

Filozof Sokrates yüzyıllar öncesinden “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” diyordu.

Bu veciz sözüyle insanın sınırlı, bilginin sınırsızlığını vurguluydu…

Bu bilince sahip olan nitelikli, yetenekli insanlar her şeyden önce kendi değerlerini biliyorlar ve alçakgönüllü olurlardı. Bir görev verilmediği sürece önde görünmek, seçilmek, yönetmek gibi bir tutkuları yoktu. Kendi kariyerlerinin yakınından geçemeyen liyakatsiz kişiler ise sahayı boş buluyor, köşe başlarını tutuyordu. Köşe başlarını tutan liyakatsizler çevrelerini kendilerinden düşük ve silik, sözlerini geçirebilecekleri, üstünlük taslayacakları insanlarla doldurup “Cahiller Piramidi” oluşturuyorlardı. Bu yüzden nitelikli insanlar gibi, toplumlar da kendi değerlerini yitiriyor, kötünün yönetimine istemeseler de katlanmak zorunda kalıyorlardı. Hepsi buydu…

Konuşmalar hararetlendikçe ben derinlere dalıyor zihnimdekilerle bağlantı kurmaya çalışıyordum. O an “Finansal Yönetim” dersinde geçen bir yasayı hatırlamıştım. Gresham Yasası! kısaca şöyle ifade ediliyordu: Kötü para iyi parayı kovar!

Bu yasanın sadece ekonomi alanında değil her alanda etkin olduğu aşikardı. Öyle ki kötü olan, iyiyi bir şekilde bulunduğu ortamdan geriye itiyor, kovuyordu.

Öyle ki, Eski Ahitlerde geçen Kral Davud’un söylediği şu sözler nerdeyse üç bin yıldır güncelliğini koruyordu:

“Yapıcıların reddettiği taş / Köşenin baş taşı oldu.”

Çocukken büyüklerimiz her gün yapılan küçük şeylerin (iyilikler) kötülükleri dizginlediğinden bahsederdi. Bizlere nezaketli ve sevgi dolu olmamız telkin edilirdi. Kötülüğe karşı iyiliğin erdemleri savunulur, kötülüğün ancak bu şekilde alt edileceği söylenirdi. Kötülüğe kötülük her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin karıydı.

Yaşam tecrübem arttıkça Gresham Yasası’nın her alanda geçerli olduğunu görmüştüm… Kötü, iyiyi kovuyordu.

Ama çocukken erdemli olma fikri zihnimize o denli kazınmıştı ki bundan kurtulmak mümkün değildi.

Oysa Fransız düşünür Jean-Paul Sartre bu konuda faklı düşünüyordu.

“İnsan bir kötülüğün üstesinden ancak bir başka kötülükle gelebilir.” diyordu…

Sanırım zihnimdeki tüm soruların cevabı buydu

Yazarın Diğer Yazıları