Haber diye adlandırılan bazı bilgilerin toplanması ve bireylere aktarılmasının kökeni, toplumsal yaşamın başladığı döneme kadar indiği ifade edilir. Mısır’da MÖ 1750 yıllarında, çeşitli bilgilerin yer aldığı resmî bir gazetenin yayımlandığı söylenir. İlk basılı gazetenin MS 700 yılında Çin’de çıktığı ifade edilse de bazı bilgi ve düşüncelerin elle yazılarak satılmasına ise ilk kez 14. yüzyıl sonlarında Venedik’te rastlandığı belirtilir.
Böylelikle gazetecilik mesleği ortaya çıkar.
Gazetecilik, “tanıklık mesleği” olarak tarif edilir.
“Yaşamın her alanındaki önemli olaylara tanıklık ederken ve bunu kamuoyuna iletirken çıplak gerçeği süslemeden, abartmadan, çarpıtmadan, gereksiz ayrıntılara girmeden açık, sade ve anlaşılır bir dille haberleştirme mesleğidir.” denilerek de temel çerçevesi çizilir. Aynı zamanda kamuoyunu doğru, hızlı ve güvenilir bir şekilde bilgilendirme mesleğidir ilavesiyle de çerçeve genişletilir… Gazetecilik eski bir Çin atasözünde belirtildiği gibi “halkın ağzı, prensin kulağı” dır. Bu önemli düsturla “Haber verme hakkını kim adına, ne adına kullanmalıyım?” sorusunu kendisine sorarak halkın sorunlarını ve beklentilerini dile getirip halkın ağzı olmak, bu sorunları siyasi iktidarlara, onların temsilcilerine ve sorumlulara duyurarak adeta yetkililerin de kulağı olmaktır gazetecilik… Gerek dünya gerek ülke gerekse yerel sorunları topluma şeffaf bir şekilde sunarak bireylerin siyasal, ekonomik ve kültürel yaşamdaki gelişmelerden bilgi sahibi olmalarını, bu ilkeyle mesleğin saygınlığını da artırmaktır gazetecilik…
***
Tarihsel süreç içerisinde otoriter anlayıştan özgürlükçü haber anlayışına geçiş, büyük ölçüde İngiliz filozof John Stuart Mill’in özgürlükçü basına ilişkin görüşlerine dayanır. Mill, insanların herhangi bir konuya ait bütünü öğrenmeye yaklaşabilmesi için tek yolun, her türlü düşüncedeki insanların ve akıl türünün o konuda söyleyebileceklerini duymak olduğunu savunur. “Eğer bir konu tam olarak ve korkusuzca tartışılmadıysa, ortaya çıkacak sonuç ölü doğar der… O nedenle de Mill, basının her türlü düşüncenin dile getirilebildiği serbest bir ortam olması gerektiğini savunur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, doğrunun ancak “düşüncelerin serbest pazarında” ortaya çıkabileceğini, herkese söz ya da ifade hakkı tanınması gerektiği düşüncesini ortaya koyar.
Mill’in bu görüşlerinden etkilenen gazeteciler, artık basının görevinin devlete hizmet etmek olmadığını, hükümeti kontrol etme ve gerçeği bulmasına yardım etme görevlerini yerine getirmesi gerektiğini ifade ederler. Böylelikle özgürlükçü haber anlayışı, rasyonalizm felsefesi üzerine inşa edilmiş olur. Çok daha önemlisi bireyin dürüstlüğüne, akla, gerçeğe, ilerlemeye ve halk iradesinin üstünlüğüne olan inanç üzerine…
***
Köşe yazılarımla mensubu bulunduğum SONSÖZ GAZETESİ’nin yayın hayatının bugün 5. Yıldönümü…
Bu vesileyle SONSÖZ gazetesinin mesleğin temel ilkeleri ışığında “halkın ağzı, prensin kulağı” olması temennisiyle “Besleme Basın” ya da “Yandaş Basın” gibi olumsuz kavramlar ve takılardan münezzeh bir yayın hayatı sürdürmesini gönülden diliyor, gazetenin imtiyaz sahibi Sayın Muhammed Şağbanşua beyefendiyi - olaylara tanıklık ederken ve bunu kamuoyuna iletirken korkusuzca, gerçeği süslemeden, abartmadan, çarpıtmadan, gereksiz ayrıntılara girmeden açık, sade ve anlaşılır bir dille sunduğu için tebrik ediyorum.
Kendisinin ve SONSÖZ’ün ömrü uzun olsun