İhsan Tarakçı

Modern Mankurtlar

İhsan Tarakçı

Eski Mısırlılar sabanlarını kölelere çektirirlermiş… Eski Yunanlılar ise bu iş için öküzlerden faydalanırmış, böylece daha kısa zamanda daha geniş bir alan sürülürmüş.

70’li yıllarda izleyip de adını hatırlayamadığım siyah, beyaz bir filmi anımsıyorum. Filmde Türk Hakanı savaş esnasında Çinlilere esir düşüyordu. Çinliler onu sadık bir köle haline getirmek için işkenceye maruz tutuyor, sabanın bir tarafına öküzü diğer tarafına da hakanı bağlıyor tarla sürdürüyordu. Boynuna sıkıca geçirilmiş “boyunduruk “la güneşin altında günlerce süren bu eylem bir işkenceye dönüşüyor bir müddet sonra Hakan bilincini yitiriyordu. Artık Hakan, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köleydi. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekti. Öyle de oldu. Filmin finalinde esir takasının gerçekleştirileceği alanda kendi ismini duyduğunda tehlike addeden Hakan, ismini haykırarak kendisine doğru özlemle koşan annesine sadağından ok çekerek nişan alıyor, böğrüne saplıyordu oku…

***

Bazı bölgelerde sabanın boyunduruğuna “Samıt” derler… Başka anlama da gelir, Samıt…

Uyuşuk hareket eden, ne yaptığı anlaşılmayan, iş yaptığında sakarlığı eksik olmayanlara denir.

"Samıt gibi anlamaz anlamaz bakma!"

Bir de “Mankafa” sözcüğü vardır, argo da olsa yaygın biçimde kullanılır dilimizde… Samıt’a benzer bir anlam içerir. Hikayesi de benzerdir…

Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı yapıtında anlattığı bir efsane vardır: Mankurt Efsanesi… Sanırım “Mankafa” kavramı bu efsaneden türemedir. Hikayesi de şöyledir.

Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. Bunu şöyle yaparlarmış: Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise bilinçlerini yitirirmiş.

Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “Mankurt” olurmuş. Bir Mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.

Zihni yeniden kurgulanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını “efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle olurmuş… Yararlı olan yalnız efendisinin emelini gerçekleştirmek için canla başla çalışmak buna katkıda bulunmakmış. Güçlü efendisinden başka diğerleri ötekiymiş onun için… ve ötekilerin ona göre yaşamaya hakkı yokmuş…

İşte, toplumumuzda olup bitenleri bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Türk toplumu gün geçtikçe mankurtlaştırılıyor. Ulusal kimliği, kişiliği, onuru dejenere ediliyor, aşağılanıyor. Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturuluyor. Mankurtlaşmış sözde aydın ya da yöneticiler, bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önünde tutan mankafalar başta kitle iletişim araçları olmak üzere her türlü araçla bu süreci hızlandırıyorlar.

Azar azar, alıştıra alıştıra, şiddeti zamana yayıp samıtlaştırarak

Yazarın Diğer Yazıları