İhsan Tarakçı

Sormak Ya da Sormamak

İhsan Tarakçı

Felsefenin ana damarlarından biri akılcılık (rasyonalizm), diğeri ise duyumculuktur (empirizm). Rasyonalizm ile empirizmde temel bir karşıtlık bulunur: Rasyonalizm akıl aracılığıyla elde edilen bilgiler, Empirizm duyum aracılığıyla elde edilen bilgilerdir.

Her iki düşün arasındaki farklılıkları başka bir yazıya bırakıp, bu yazıya ön bilgi olması düşüncesiyle kısaca empirzmden söz etmek gerekir. Duyumculuğu savunan filozoflar, bilgimizin deney aracılığıyla elde edildiğini iddia eder, zihni boş bir levhaya benzetirler. “Biz bu boş levhayı çocukluğumuzdan, bebekliğimizden başlayarak yaşayarak, deneyleyerek doldururuz ve daha sonra buradan sonuçlara ulaşırız” derler.

John Stuart Mill’in (1806-1873) babası da bir çocuğun zihninin beyaz bir sayfa kadar boş olduğunu düşünen filozoflarla aynı fikri paylaşıyor olmalı ki eğer bir çocuk doğru yetiştirilirse onun bir dâhiye dönüşme şansının olacağını iddia ederek oğlu John’a evde eğitim verir. Ona akranlarıyla oyun oynayarak zaman harcatmaz. Böylelikle arkadaşlarından kötü alışkanlıklar edinmesini önler. Oğluna papağan gibi ezber yaptırmak yerine Sokrates‘in sorgulama yöntemini kullanarak, öğrendiği fikirleri kendi kendine keşfetmesini sağlar. John üç yaşındayken antik Yunan düşüncelerini öğrenir, yedi yaşındayken Platon‘un diyaloglarını orijinal dilinde anlamaya başlar.

Nihayetinde John Stuart Mill, babası tarafından doğru yetiştirilerek dâhiye dönüşme fırsatını yakalar ve on dokuzuncu yüzyılın en büyük filozoflarından biri olur.

Filozof J. S. Mill, yüksek haz ve aşağı haz üzerine ders verirken bir meselden bahseder ve şöyle der;

“Filozof Pyrrhon bir gün bir gemiyle seyahate çıkar. Yolculuk anında gemi şiddetli bir fırtınaya yakalanır. Bütün yolcular azgın dalgaların gemilerini paramparça edeceğinden korkup paniğe kapılırken sadece gemideki domuz, soğukkanlılığını kaybetmez ve sakin bir ifadeyle köşesinde oturmaya devam eder. Pyrrhon bu olay karşısında şu neticeye varır. Çünkü domuz, düşünsel anlamda olayları kavramada yetersizdir”

Ve devamında şu soruyu sorar:

“Seçme şansı verildiğinde, çamurlu ağılında yuvarlanıp yem kabındaki yiyecekleri midesine indiren hoşnut bir domuz mu, yoksa mutsuz bir insan mı olmak isterdiniz?”

Mill, mutlu bir domuz yerine üzgün bir insan olmayı seçeceğimizin açık olduğunu düşünür. Öyle ki aşağı hazzın miktarı ne kadar büyük olursa olsun, yüksek bir hazzın en ufak miktarıyla boy ölçüşemeyeceğini söyler. Aşağı düzeyde hazların, örneğin bir hayvanın deneyimleyebileceği hazların, kitap okumak ya da bir konser dinlemek gibi daha yüksek, zihinsel hazlarla asla karşılaştırılamayacağını ifade eder. Çünkü bir insana hayvanlara ait en mükemmel hazlar vaat edilse bile, bu insanın bu hazları kabul etmeyeceğini zira hiçbir zeki adamın aptal olmayı, hiçbir aydının cahil olmayı, yüksek ruhlu ve vicdanlı olan hiç kimsenin bayağı ve bencil olmayı kabul etmeyeceğini iddia eder.

Yüksek yetilere sahip olan insanların, daha fazla acı çekseler de hiçbir zaman daha aşağı bir varlık olmayı arzulamayacaklarını savunarak şu meşhur sözünü söyler:

“Tatmin edilmiş bir domuz olmaktansa, tatmin edilmemiş bir insan olmayı; mutlu bir aptal olmaktansa, hüzünlü bir Sokrates olmayı tercih ederim”

***

Henüz çocuktum… Nenem, bir masal anlatmıştı.

Bir dervişin, bir gün bir gemiyle seyahate çıktığını, yolculuk anında geminin fırtınaya yakalandığını, bütün yolcuların azgın dalgaların gemilerini paramparça edeceğinden korkup paniğe kapılırken sadece dervişin soğukkanlılığını kaybetmediğini ve sakin bir ifadeyle köşesinde oturmaya devam ettiğini söylemişti. Dervişe bu sakin hali sorulduğunda “Bir keresinde keçi boku yuvarlayan bir böcek görmüş, bunun için mi bu böcek yaratılmış diye sorgulamıştım. Ancak daha sonra hastalandığımda bok böceğini yiyerek şifa bulmuştum. O gün bugündür Allah’ın işine karışmam.” dediğini nenem üzerine basa basa kafama sokmuş, “Hikmetinden sual olunmaz!” diye de uyarmıştı.

***

Duyumculuğu savunan filozoflar, zihni boş bir levhaya benzetirler.

“Biz bu boş levhayı çocukluğumuzdan, bebekliğimizden başlayarak yaşayarak, deneyleyerek doldururuz ve daha sonra buradan sonuçlara ulaşırız” derler.

Sormak ya da sormamak! İşte bütün mesele bu!

Yazarın Diğer Yazıları