Mustafa Balaban

Deprem bahane, yıkım şahane

Mustafa Balaban

Kentimizin yaşadığı 24 Ocak depremi ve ardından gelen artçı sarsıntılar sonucu birçok yapımız ağır hasar gördü ve yıktırıldı. Bu sürecin halen ilimizde devam ettiğini yaşayarak görüyoruz. Bu yıkımdan en fazla etkilenen ve adeta gözden çıkarılan yapılarımız arasında kerpiç evlerimizde nasibini aldı. Yüzlerce yıllık bir sürecin ağır yükünü taşıyan bu evlerimiz yerel mimari ustalarımızın yaptığı son örneklerdi. Binlerce yıllık Anadolu yapı mimarisinin tarihten süzülüp gelen son örneklerini hoyratça yıktık, yıkıyoruz ve yıkmaya devam ediyoruz.

Kent merkezinde bulunan bu yıkımdan kurtulmak isteyen az sayıda yapımızı bu acımasız yıkımlardan kurtarmak için çok az çalışma yapabildik ve sesimizi dinleyen maalesef çıkmadı. Tescilli evlerimizi bile bu yıkımdan kurtarmak için dış duvarlarına tabelalar asarak bu yapıların tescilli olduğunu yıkım yapılamaz olduğunu yazmak zorunda kaldık. Burada şu soruyu kent insanı ve sorumlu kurumlar kendilerine sormalı. Kültürel varlıklarımızı korumak konusunda ne kadar çalışma yaptık, kentimiz insanı bu varlıkları neden değerli görmüyor.

Yıkım ekiplerinin bu kentte tescilli yapıları dahi yıkmaması için tabelalar asmak bizi cidden düşündürmeli ve sorgulamamıza neden olmalıydı. Bu sorgulamanın ve tartışmanın halen kentimizde ciddi manada yapılmadığını üzüntüyle gözlemliyorum. Kent kültürünü 8 köşe Elazığ şapkası ve sanal ortamda Harput turlarına bağlayanlar bu yıkımlar karşısında adeta medya şovlarıyla insanımızı uyuşturmaya devam ediyorlar. Bu şovların sonunda gittiğimiz hazin son bize TOKİ binalarından, beton sitelerden oluşan bir kent olarak geleceğe taşıyacaktır. Acı sonumuzun bu olmaması için bu sürecin içinde sıcağı sıcağına bazı sorunları yazmak ve ilgili kişi ve kurumları uyarmak zorunluluğunda kendimi sorumlu görüyorum.

24 Ocak depreminin en ağır bedelini ödeyen tarihi Sürsürü köyünde tüm eski yerleşim afet bölgesi ve kentsel dönüşüm adı altında gözlerimiz önünde yok edildi. Bu yıkım o kadar büyük yapıldı ki köyün kurulduğu höyük veya Tümülüs yapısı adeta dibine kadar hafriyatla silindi. Tüm evler, tarihi çeşmeler, su yolları, taş ve ahşap eseler, ortaçağ dönemine ait anıt kilise yapısı bu talandan kurtulamadı. Dozerler girmeden alanda yaptığımız yüzey araştırması sonucu toplanması gereken taş ve ahşap malzeme bile toparlanamadı. İlgili kurumlara verdiğimiz yazılı dilekçenin cevabı aylar sonra “bahsedilen alanda korunması gereken bir kültür varlığı ve esere rastlanmadığı” şeklinde oldu. Bu cevap bize ulaştığında maalesef Sürsürü köyünü yitirmiştik. Gayretli bazı arkadaşların çabaları sonucu sadece bir evi tescilliyerek kurtarabilmiştik.

Sürsürü’de yaşadığımız acı tecrübenin ağır bir faturası gelecek kuşaklar tarafından bizlere sorulacaktır. Bizzat şahsım olarak bu hesabı vermenin ağır sorumluluğu altında bu cümleleri yazıyorum. Bizler nerede hata yapıyoruz? Neden kültürel varlıklarımızın değerli olduğunu tam olarak kent yönetimi ve insanına anlatamadık? Yıllardır süren kültür turizminden ne anlıyoruz? Bizleri şovları ile aldatan, uyutan ve bu yapılara kör ve ilgisiz kılanlar kimler? Bu süreci tersine nasıl çevireceğiz?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Sorunun cevapları için yerel ve ulusal basında Harput kültürü ve turizm için konuşan kişilere de bu soruları sormamız gerekli. Bizleri adeta masal aleminde yaşanmış bir Harput anlatımıyla uyutmaya çalışanlara şehrin duyarlı yurttaşları sorumluluklarını hatırlatmalı. Benim tarih ve kültür mirasımın üzerinde şov yapmanın, kaynaklarımızı hoyratça kullanmanın hesabını sormalı. Bu topraklarda yaşanmış tüm kültürler ve onlardan kalan yapılar benim kültürümün bir parçası diyebilmeliyiz. Sürsürü de dozerler çalışırken alanda yaptığımız çalışmada gördüğüm yüzlerce taş eser, şıra taşları, sokular, loğlar, kapı eşik taşları, el yapımı pencere demirleri, kapılar neden toplanamadı… Bunların yitirilmesi, hafriyat alanlarına döktürülmesinin sorumsuzluğunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Bize bu bedeli ödetenler tarih önünde sorumlu olmalı, sorumlu tutulmalı. Bunlara şahit olan bir yurttaş olarak bunları yazıyorum.

Sonuç olarak Sürsürü de yaşadığımız acı tecrübe kentin tüm mahallelerinde, köylerinde yaşanıyor. Bu yazıyı yazdığım günlerde Kesrik(Kızılay), Yığınki(Aksaray) mahallelerinde dozerler bütün acımasızlığı ile tarihimizi silip süpürüyor. Yığınki de yüzlerce yapı ayırt edilmeksizin yıkıldı, hiçbir malzeme toparlanmadan, belgeleme ve araştırma yapılmadan. Müzeden görevlendirme yapılmadan kentin binlerce yıllık yaşam alanları yerle bir ediliyor. Kesrik te tarihi Surp Mamas manastırı ve çevresi dozerler tarafından açılıyor, tarihi tapınak alanları, mezarlıklar talan ediliyor. Dozer operatörleri gecede çalışıyor. Çok hızlı bir şekilde kentin maddi kültürünü adeta mal kaçırırcasına yok ediyor. Televizyonlarımızda ise Hüseynik türküleri, 8 köşe şapkalar ve Harput içli köfte şovları ile şehir insanımız oyalanıyor, uyutulmaya çalışılıyor. Sözde bilim insanları da bu şovların baş konukları olarak filmde rol alıyorlar….

Yazarın Diğer Yazıları