Mustafa Balaban

GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR /'EX ORİENTE LUX'

Mustafa Balaban

Yazımın başlığını 23 Ağustos günü Tunceli’de dinlediğim Prof.Dr.Fahri Işık’ın konferans başlığından aldım. Kıymetli hocamızın öncelikle bölgemiz ve ülkemiz için önemli bir uygarlık yaratıcısı olan Urartu tarihi hakkında verdiği değerli bilgiler dinlemeye değerdi. Urartu’nun yaratıcılığı ve batıyı etkilemesi konusunda; özellikle kaya işçiliği, madencilik, tapınak mimarisi, din, sanat vd. hususunda önemli bilimsel kanıtları sundu. Hocamızın altını çizerek vurguladığı Anadolu kültürü ve medeniyetinin özgünlüğü, sürekliliği ve batıyı etkilemesi konusunda sunduğu çarpıcı bilgiler, yaşadığımız coğrafyanın bir kültür, uygarlık toprağı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Anadolu sürekli dışardan göçlerle beslendi, yeni gelenler bu kültür coğrafyasına katkıda bulundular. Anadolu’da yaşayanlar buraya sonradan gelenleri kopya etmedi alıp kendine uyarladı. Bu sentez oluşturma bir geleneği oluşturdu ve bugünlere kadar gelindi. Kentimizin de bir Urartu kenti olması gerçeğinden hareketle bu alanların korunması daha da büyük önem arzetmekte. Anadolu tarihinin izlerini ve derin köklerini silmeye kimsenin hakkı olmamalı.

Anadoluculuk yaşadığımız coğrafyaya bakışımızı derinden etkilemeli. Bizlerin bu geleneğin devamı olarak bu topraklara sahiplenme ve koruma konusunda ki çabalarımıza güç vermeli. Bu bağlamda ilimizde devam eden 2 arkeolojik kazının önemine vurgu yapmak istiyorum. Harput iç kalede devam eden ve on yılı aşan kazılarda çıkan sonuçlar kalenin tarihinin yeniden yazılması gerçeğini ortaya koydu. Urartu öncesi ve sonrasını içine alan bu tarihsel geçmiş bizleri zenginleştirdi. Urartu’nun bu geleneğin aktarımı konusunda önemli bir dönemi oluşturduğu bilimsel olarak tekrar gözler önüne serildi. Kesrik/Kızılay mahallesinde Elazığ Müzesinin yaptığı kazı ise bence daha önemli sonuçlar verecek. Bu kazının üst tarafında ortaya çıkan taş duvar kalınlıklarının 1.5 metre olması ve aşağılara indikçe bu duvarların kademeli olarak 2.5 metreye ulaşması bizleri düşündürmeye devam ediyor. Bu alanın Urartu ve öncesine giden bir tapınak alanı veya başka bir yapıdan dönüşerek kutsal bir alana dönüştürülmesi kuvvetle ihtimal. Fahri Işık hocanın önemle vurguladığı bir geleneğin devamı olan Kesrik anıtsal yapısı kazıldıkça bizlere çok önemli bilgiler sunacağına inanmaktayım. Bundan dolayı Kesrik kazısının yılın 12 ayı devam etmesi ve biran önce bitirilerek bu alanın konservasyonu yapılarak korunması gerekmekte. Anadolu’da binlerce yıl devam eden mimari geleneğimizin nasıl devam ettiğine dair somut bir örnek sunan Kesrik arkeolojik kazı alanına kamu ve yerel yönetimlerimizin sahip çıkması ve desteklemesini beklemekteyiz. Bu kazı alanı en az Harput kadar önemlidir ve kültür turizm açısından bizlere yeni imkanlar sağlayacak konumdadır. Kent merkezinde olması ve çevresindeki tescilli evlerimiz, çeşmeler ve bahçe alanları ile turizme kazandırılacak ve tur güzergahlarında değerlendirilebilecek bir potansiyele sahiptir.

Palu ilçemiz önemli bir tarihsel geçmişe sahip. Palu’yu her ziyaretimde yeni bilgiler öğreniyorum ve yeni alanlar keşfediyorum. Bu toprakların bereketi ve zenginliği ile kültürel sürekliliğini her yerde görmek mümkün. Palu Hor/Her/Yoncalıbayır köyünde gördüğüm bir mezar yapısı bu geleneğin nasıl devam ettiğini adeta bizlere haykırıyordu. Mezar yapısının taş işçiliği, figürler, motif ve sembol zenginliği ; Urartu coğrafyasında olduğumuzu bizlere tekrar hatırlattı. Gelenek ve kendine benzeterek özgün kültürel süreklilik yaratma konusunda kutsal alanlar, türbeler, dini yapılarımız, ziyaret yerlerimiz bizlere çok önemli bilgiler sunmakta. Bu alanların korunması ve özgünlüğünü yitirmeden geleceğe taşınmasıda çok önemli görülmeli. Ziyaret yerlerimizin ve türbelerimizin bilinçsizce müdahaleler ile betonlaşması ve özgün inanç izlerini yitirmesinin önüne geçmeliyiz. Bu alanlar Anadolu kültürünün en eski izlerinin korunduğu yerler olmalı ve her alanın korunması konusunda bilimsel danışma kurulları oluşturulmalıdır. Bu kurulların kararı olmadan yapılara müdahale, onarım, restorasyonlar yapılmamalıdır.

Palu’da gördüğüm diğer bir kült alanı ve tapınma alanı olan Köşker Kalesi ve kayalık alanları da korunması gereken önemli kültür izlerini taşımakta. Bu alanların korunması konusunda Elazığ il kültür müdürlüğüne verdiğim dilekçemin Elazığ Müzesi tarafından acil olarak Diyarbakır Koruma kuruluna ulaştırılması ve bir hafta içinde 2 defa telefonla aranmaktan çok mutlu oldum. Kamunun ilgili kurumları olmadan bu alanların korunması ve geleceğe taşınmasında başarılı olmamız mümkün değil. Bundan dolayı kamu-yerel-sivil-kurumların işbirliği içinde olmasını her zaman ve zeminde savunmaya devam ediyoruz. Artık biliyoruz ki yaşadığımız coğrafya bir kültür kazanı. Bu kazanda kaynayanda biziz, bunu kaynatan yakan ateşte.

Son olarak Elazığ Ticaret ve Sanayi Odasının sevindirici bir haberi gündeme düştü. Yemek kültürümüz ve çeşitliliği açısından Anadoluda 2. Zengin mutfak olduğumuz gerçeğinden hareketle Ata Oğuz Yemeklerinin tescili işlemi başlatıldı. Bunun çok önemli bir mirasa sahip çıkılması olduğuna inanmaktayım. Yemek kültürü Anadolu kültürünün en somut yaşayan bir kültür mirası olduğunun altını çizmek gerekiyor. Harput yemekleri de başta Urartu olmak üzere bu topraklarda yaşayan tüm uygarlıkların bize bıraktığı bir miras. Bu sofra Asya’dan kopup gelen Türkmenler ve onun getirdikleri ile de zenginleşti. Bu zenginlik Anadolu kültürünün kapsayıcılığı ve geleneği ile geliştirildi, günümüze kadar taşındı. Bu sofrada herkese yer var. Ben Anadoluluyum diyen tüm halklar bu sofrayı kurdu. Türk, Kürt, Ermeni, Rum vd. halkların zenginleştirdiği mutfak kültürümüz ve yemek zenginliğimize kapsayıcı ve bilimsel bir bakış açısıyla sahip çıkılmasının önemli olduğuna inanmaktayım.

Yazarın Diğer Yazıları