Bugün, üniversite tercihlerinin son günü. İşsizlik veya asgari ücret hep popüler başlıklar olmuştur ülke gündeminde, ileriki yazılarda daha detaylı değineceğim. Bugün kıyısından köşesinden değinmek istiyorum.
Biliyorsunuz, ülkemizde genç nüfus en yoğun olduğu yılları yaşıyor. Ülkemizde gençlerin sayısı, onlara sunulabilecek iş imkânlarından daha fazla. Bu da genç işsizlik rakamlarına yansıyor (%19,1 TÜİK). Yani çok gurur duyduğumuz genç nüfus tabiri caizse sayıca fazla olmalarının dezavantajını yaşıyorlar.
Arz talep dengesi iktisadın temel prensipleri arasında yer alır. Ürün fazlaysa haliyle ucuz, kıtsa haliyle pahalı olur.
Bu basit denge hayatın her alanında geçerlidir. Dünya üzerinde bazı ülkeler domates bulamazken bazılarının tarlalarında domates çürüyor. Domatesin fiyatı bu iki ülkede tabi ki farklı olacaktır. Bu domatesin kaliteli ya da kalitesiz olduğu veya değerli veya değersiz olduğu anlamına gelmez.
Domates örneğinde olduğu gibi, işgücü de Dünyanın her yerinde aynı oranda bulunmaz, bazı yerlerde daha kıymetlidir. BU durumu karşılaştırabilmek için asgari ücret seviyesini ele alalım. Örneğin Avrupa’da niteliksiz işler dahi belirlenen asgari ücretin üzerinde kazanırken, ülkemizde birçok beyaz yakalı asgari ücretle çalışıyor.
Bu durum ülke içerisinde meslek gruplarına da aynı şekilde yansıyor. Fakülte puanları incelendiğinde, puanların iş bulma ihtimaliyle doğru orantılı olduğunu görüyorsunuz. Örneğin inşaat mühendisliğinin puanları 10 yıl öncesine göre olağanüstü düşerken, yazılım mühendisliği bölümünün puanları inanılmaz şekilde artıyor. Gençler tercihlerini piyasada iş bulma ihtimali yüksek bölümlerden yana kullanıyorlar ve puanlarda bu doğrultuda şekilleniyor. (Doğal bir süreç, ama üzücü olan kısmı şu; gençler sevdiği işi değil de garanti işi seçiyor. Araç alırken ikinci eli iyi olan bir araç tercih etmek gibi, bir mecburiyete göre, başkasının zevkine göre karar veriyoruz. )
Şimdi şu noktaya geldik, memlekette ekmek artık aslanın ağzında değil, midesinde. Gençler olağanüstü rekabet ortamlarından geçiyorlar. Tabi bir de mahalle baskısı var. Ah bu mahalle baskıları… Aslında hepsi çok iyi amcalar, teyzeler ama gençleri yönlendirirken fazla tutucular. Ülkemizde ara eleman eksikliğinin bence temel sebeplerinden biri de bu baskılar. Popüler olan iş hangisiyse Herkes üniversite ve hatta herkes 4 yıllık fakülte bitirmeli, çünkü komşunun oğlu, kızı 4 yıllık mezunuyken biz geri kalamayız. Bu anlamda ülkenin çok ciddi bir rehberliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. İnanın bir köyde ilk bakkal para kazanınca herkesin bakkal açması gibi bir durum bu. Çok fazla bakkal çok fazla rekabet ve sonunda iflas.
Gençler yeni olanı görüp tabulardan sıyrılıp geleceğin mesleklerine odaklanmalı. Araştırmalar önümüzdeki 30 yılda şuan var olan birçok mesleğin yerini başka mesleklerin alacağını söylüyor.
Bu bağlamda üniversitelere büyük rol düşüyor, üniversitelerden beklenti büyük. Üniversiteler yol gösterici olmalı ve müfredatlarını geleceğin mesleklerine göre revize etmeli. Bir de unutmadan, diğer yandan öğrenciler öğrenme sürecinde sadece kendi üniversiteleriyle sınırlı kalmamalı, özellikle internetten doğru beslenebilmeyi öğrenmeli. Ancak bu şekilde fark oluşturabilip iş hayatında başarılı olabilirler.
Buraya kadar olanlar teknik detaylar En az onlar kadar önemli olan sosyal becerileri geliştirmek toplum olarak görevimiz. Her işveren teknik beceri ister ama inanın teknik beceri bir şekilde oluşur, telafi edilir. Görünmeyen yetenekler ise çocukluktan itibaren kazanılmalı; disiplin, takım uyumu, aidiyet, sorumluluk gibi sosyal beceriler iş hayatında verimliliği ve mutluluğu artıran öğeler. Önemli olan da bu aslında, işe giderken koşar adım gidebilmek…