Son yıllarda sıkça duyuyoruz ve çoğumuzun zihninde çevresel bir izlenim oluşuyor. Peki, bu Yeşil Mutabakat aslında nedir ve neden bu kadar önemli?
İklim kriziyle yüzleştiğimiz bu yüzyılda, devletler ve bireyler çeşitli önlemler alıyorlar ve buna bizler “Yeşil Mutabakat” ismiyle aşina olmaya başladık… Avrupa Yeşil mutabakatı, bu bağlamdaki düzenlemelerin en kapsamlısı olarak ön plana çıkmaktadır. Yeşil Mutabakat, çevremizi koruma ve iklim değişikliği ile mücadele konularında bir dizi politika ve eylemi içerse de günümüzde sadece çevresel değil, aynı zamanda dış ticaret rotalarını da değiştirecek güçtedir.
Bu bağlamda Avrupa Yeşil Mutabakatını sadece çevre kirliliği ve iklim değişikliği boyutuyla ele almak, bu mutabakatın getireceği ekonomik dönüşümü dikkate almayan ülkeler için büyük bir risk taşımaktadır. Özellikle ihracatının büyük kısmını Avrupa’ya yapan Türkiye’nin bu ekonomik dönüşümü kısa dönemde sağlayamaması halinde mevcut dış ticaret dengesinde bozulmalar kaçınılmazdır.
Aslında meseleyi ben bir iktisatçı olarak şu şekilde yorumluyorum; batılı devletler eski teknoloji üretimle zenginleşti ve gezegeni kirletti. Ardından bu üretim özellikle Asya’ya kaydı. Gezegenimiz gerçekten sürdürülebilirlik konusunda problem yaşıyor, buna şüphe yok; Peki bunun bedelini sizce şimdiye kadar ki üretimleriyle dünyamızı kirletenler neden ödemiyor? Yeni üretim teknolojilerine geçen batı dünyası gelişmekte olan ülkelere bu küresel ısınmanın faturasını yükleme derdine düşerken, bir yandan da dış ticarete örtülü bir yasak olan karbon vergisi sistemiyle dış ticarette kaybettikleri üretim avantajlarını tekrar kazanmaya çalışıyorlar.
Konu biraz da siyasi aslında. Örneğin Almanya; Fransa’nın bağımlı olduğu nükleer enerjiyi yeşil enerji sınıfında saymazken, Ukrayna savaşı sonrası enerji darboğazına girince nükleer enerjiyi temiz enerji sınıfında değerlendirilmesini onayladı. AB içerisinde bu anlamda çatlak sesler için başka örnekler de var, Macaristan ve Finlandiya gibi.
Peki ne yapmalı?
Özellikle Emisyon Ticaret Sistemi gibi süreçleri takip etmemiz gerekiyor. Bu sistem sayesinde, temiz enerji ve yeşil üretim yapan firmalar ek kaynak elde ederken, kirliliğe neden olan şirketler de daha sürdürülebilir bir geleceğe doğru adım atabilirler. Her sektöre getirilecek kotalar oluşturulacak borsalarda satılabilecek. ETS’sini kurmayan ülkeler ise ihracat yaptığı ülkelere karbon vergisi ödemek zorunda kalacak ve bu da ciddi bir kaynak kaybına neden olacak. Nitekim birçok ülkenin kendi emisyon ticaret sistemlerini kurmaya başladı, başta Çin olmak üzere.
Ayrıca, bir o kadar önemli başlık ise bence pazarlama. Uluslararası bir ayakkabı firması, aynı model ayakkabının geri dönüştürülebilir malzemelerle üretilen versiyonunu daha pahalıya satıyor. Böylece bir taraftan tüketicisine bu konu ile ilgili farkındalığını gösterirken, bir yandan da bu dönüşümün maliyetini tüketiciye yüklüyor. Ülkemizde de çevre dostu üretim yapan firmalar, bu üstünlüklerini ürünlerinin pazarlamasında kullanmalı diye düşünüyorum. Çevre dostu ürünler özellikle çevre farkındalığı yüksek tüketiciler için cazip hale gelirken, iş dünyasının rekabetçiliği konusunda ise büyük bir fırsat sunuyor.