Bu haftaki köşe yazımda toplumun her kesiminde; güncellenmeyen ve önemsenmeyen problemlerle karşı karşıya kalanları dilimin döndüğünce dokunmaya çalışacağım…
Bu makalede ismi geçenler “hayal ürünüdür” ve gerçeklerle ilgileri yoktur… Bu makalede canı yananlar ve onların dertleri toplumun gerçekleridir!
…
Hasan emmi ile Döne bibinin ahı!
Yıllarını vermişti…
Köyden şehre belki zorla göç ettirilmemişlerdi ama yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları, ithal edilen tarım ürünleri ve desteklenmeyen yerli üreticilerin çilelerine dayanamamış; bilmedikleri şehir hayatına katılmışlardı!
Çünkü “milli ve yerli” olduklarını söyleyenlerin tarım politikaları öylesine derin ve onarılmaz yaralar açmıştı ki yerli ve milli olan tohumlarımızı bile kullanamaz; üretemez hale getirilmişti “yurdun efendisi olan köylülerimiz” ve çiftçilerimiz…
…
Bir başka dertli kesim geleceğimiz, umutlarımız olan gençlerimiz!
Alperenle Fatma liseyi bitirmiş ve üniversite hayalleri kurup; mesleklerini elde etmeyi hayal etmişlerdi…
Alperen mühendis, Ayşe ise öğretmen olmayı ve kendileri için her türlü fedakârlığı yapan başta aileleri olmak üzere; öğretmenlerine, milletine hayırlı evlat olmayı düşlüyorlar ve o motivasyonla da okuyup mesleklerini elde etmişlerdi…
Ama gerçekler öyle değildi çünkü dört yıl okumaları yetmemiş ve birde mesleki yeterliliklerini(!) ölçtüğü iddia edilen bir sınav ve akabinde mülakat(?) dayatmasıyla baş etmeye çalışıyorlardı. Ama nafile bir gayretti çünkü onlara biçilen konum belliydi!
Her gelen bakan ve müsteşar kendince bir eğitim ve müfredat çalışması yapıyor; adı “Milli” olan eğitimin içi hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Gelecek nesillerin neyi öğreneceklerine ise işte bu bakan ve müsteşar karar veriyordu.
Sonuç; ilkesiz, hedefsiz ve aidiyet duygusunu yitirmiş bir kayıp nesil…
…
Bin bir çileyle, gecesini gündüzüne kattığı iş yerini büyütmek, hem üretime ve hem de istihdama katkı sunmak amacıyla yola çıkan Ahmet beyin yaşadıklarını da yine “canı yananların” gerçekliğiyle dile getirelim!
Üretime dayalı bir sektörde iştigal eden Ahmet Bey; yaşadığı şehirde, bölgesinde gerek işyerinin ve gerekse kendi isminin lekelenmemesi için yıllarını heba etmiş; son dönemlerde yaşadığı stres ve baskılar dayanılmaz hale gelmiş hatta banka, faiz ve tefecilerin kapısına gitmek zorunda kalmıştı…
Dini bütün bir insandı ama şartlar onu kapitalizmin vahşi yüzüyle tanıştırmış ve birçok değerini yerle yeksan etmişti. Rahat yaşatmaya alıştırdığı başta eşi olmak üzere çocukları da bu süreçte Ahmet beyi anlamamış ve destek olmamışlardı!
Sonuç; üretim, istihdam ve sektöründe büyüme hayallerini yanlış ekonomik kararlar ve uygulamalarla Ahmet Beyin elinden alan bu süreç; emekli dursun amcaya neler etmez ki!
Allah bu ülkede yaşayan, devlet millet sevdalısı Türk Milletine yardım etsin demekten başka elimizden bir şey gelmiyor…
Kalın sağlıcakla!